18 Eylül 2011 Pazar

İKİ GÜNEŞLİ GEZEGEN ( TWO SUNNY PLANET )

        Amerikalı astronomlar, bilim kurgu dörtlemesi Yıldız Savaşları filmindeki Luke Skywalker'daki iki güneşli gezegeni Samanyolu'nda keşfetti.

        (A.A) - Amerikalı astronomlar, bilim kurgu dörtlemesi Yıldız Savaşları filmindeki Luke Skywalker'daki iki güneşli gezegeni Samanyolu'nda keşfetti.ABD'de yayınlanan araştırmaya göre, Dünya'dan 200 ışıkyılı (1 ışık yılı: 9,5 trilyon km) Kepler-16b adı verilen bu dış gezegen (exoplanet-güneş sistemi dışındaki gezegen) iki güneşin etrafında dönüyor ve böylece iki kez gün batımı ve iki kez gün doğumu oluşuyor. İki güneşli gezegen Yıldız Savaşları bilim kurgu filminde Tatooine adıyla çorak çöllere ve Kum Adamları diye kendine özgü canlıların yaşadığı şekilde canlandırılmasına karşın, Kepler-16b, soğuk ve gazlı bir gezegen. astronomlar, yaşamın burada var olması olasılığının bulunmadığını belirtiyorlar.

       Keşifte yer alan Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi'nden Josh Carter, Kepler-16b'nin varlığı teyit edilen ilk iki güneşli gezegen örneği olduğunu belirterek, 'Üstelik, bizim güneş sistemimizin diğer gezegen sistemleri arasında sadece bir örnek olduğunu keşfediyoruz, doğa bunları yaratabiliyor' dedi.

      Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni gaz devi Jüpiter'in üçte biri bir kütleye ve yüzde 75'i kadar yarıçapına sahip Kepler-16b'nin, Satürn kadar kütle ve cüssesi bulunuyor.İki güneşinin etrafında 229 günde dönen bu dış gezegen, yıldızlarından ortalama 104,6 milyon kilometre mesafede bulunuyor. Kepler-16b'nin iki yıldızının da Güneş'ten daha küçük ve daha soğuk olması nedeniyle, yüzey ısısı sıfırın altında 73 ila sıfırın altında 101 santigrat derecede yer alıyor.

17 Eylül 2011 Cumartesi

BİR MOLEKÜLLÜK ELEKTRİK MOTORU

         Bilimadamları şimdiye kadar görülen en küçük elektrik motorunu oluşturduklarını söylüyor

         Uzmanlar minyatür motorun hem tıp hem de nanoteknoloji alanlarında kullanılabileceğini düşünüyor. Tek bir molekülden oluşan motorun çapı, metrenin milyarda biri kadar. Başka bir deyişle motor, bir nanometre veya saç telinin 60 binde biri büyüklüğünde.

          Daha önce, bir moleküle mikroskobik pervaneler yerleştirilmesi ile geliştirilen çözümler olmuştu, ancak ilk kez çalışması için sadece elektrik akımı gereken bu kadar basit ve küçük bir motor oluşturuldu.
          Nature Nanotechnology dergisinde yer alan çalışmayı yürüten kimyagerlerden Charles Sykes, "geçmişte de ışık ya da kimyasal tepkimelerle çalışan motorlar yapıldı, ama bu örneklerde hep milyarlarca molekül bir arada hareket ediyordu. Biz ise burada, tek bir molekülü harekete geçirip izleyebiliyoruz" dedi.
          Deneyde, bir adet butil metil sülfit molekülü son derece iletken olan temiz bir bakır yüzeye yerleştirildi; moleküldeki tek sülfür atomu ise pivot, ya da diğer atomların etrafında döndüğü bir eksen konumundaydı. Daha sonra bir elektron mikroskobunun bir-iki atom çapındaki ucu ile moleküle elektrik akımı verildi.
         Akım sayesinde molekülün kolları andıran karbon ve hidrojen atomları her iki yöne de saniyede 120 devri bulan hızla döndü ve ortalamada net hareket sağlandı. Isıyı düşürdükçe hareketi daha iyi kontrol edebildiklerini gören uzmanlar -268 derecenin ideal olduğunu belirledi.
         Uzmanlar şimdi tek başına inceleyebildikleri molekülün yanına bir başkasını ekleyerek bu devinimi kullanacak bir tür dişli çark oluşturmayı umuyor. Uzun vadedeki hedefleri ise bu yöntem ile görülmemiş düzeyde küçük makineler yapabilmek, ya da bazı ilaçların belirli hedeflere ulaşmasını sağlamak.
         Dr. Sykes ve Boston'daki Tufts Üniversitesi'nde bulunan ekibinin ilk işi ise motorlarının Guinness Rekorlar Kitabı'na türünün en küçüğü olarak girmesi... Çünkü molekülün, bu haliyle motor tanımının gerektirdiği "elektrik enerjisini mekanik enerjiye dönüştüren bir düzenek" olma şartını yerine getirdiğini belirtiyorlar

15 Eylül 2011 Perşembe

TEKNOLOJİNİN GELECEĞİ


          Qualcomm’un her yıl Avrupa’da gerçekleştirdiği IQ etkinliği, mobil ekosistemle ilgilenen tüm katılımcıları mobil teknolojilere dair global politikaların gidişatına, mobil teknolojideki en son gelişmelere, ürünlere ve hizmetlere doğrudan erişime sahne olan bir platformda bir araya getirdi.

        13-14 Eylül tarihlerinde Çırağan Sarayı’nda düzenlenen etkinlikte Qualcomm’un mobil teknolojiler konusunda geliştirdiği en son teknolojiler sergilendi. İnovasyon ve uygulama süreçlerinin ana tema olarak belirlendiği  IQ2011’de 2G’den 3G’ye geçiş süreci, mobil uygulamalar, hava arayüzü, yeni nesil mobil teknolojiler ve Snapdragon yonga portföyü, öne çıkan başlıklar arasında yer aldı.

“Mobil günümüzün hakim bilişim platformu”

          Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Qualcomm Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Dr. Paul Jacobs mobil platformun tarihin en büyük teknoloji platformu olduğunu söyledi. Mobilin artık geleceğin değil günümüzün hakim bilişim platformu olduğuna dikkat çeken Jacobs, mobil cihazların çok daha kişisel hale geldiğini ve bireylerin kendi kişisel bilgisayarları kadar güçlü hale gelen akıllı cihazlarıyla diledikleri yerden, diledikleri gibi iletişim kurma, eğlence servislerine bağlanma ve sosyal paylaşımda bulunma gibi işlemleri gerçekleştirebildiklerini vurguladı.

“Mobile olan talep tsunami gibi”

         1,4 milyar 3G abonesine 2015 yılına kadar 2 milyar yeni abonenin ekleneceğini ifade eden Dr. Paul Jacobs, mobil data trafiğinin tsunami dalgası gibi büyüdüğünü ve mobil genişbant bağlantının sabit hat bağlantısını geçen yıldan itibaren geride bıraktığına dikkat çekti. Tüm dünyada 1,7 milyar mobil bağlantının yapıldığını söyleyen Jacobs, bu bağlantıların büyük çoğunluğunun gelişmekte olan pazarlardan geldiğine dikkat çekti.

Dokunmasız, hareket tabanlı teknoloji

         IQ2011 etkinliği mobil ekosistemle ilgilenen katılımcılar için benzersiz fırsatlar sunarken, mobil teknolojideki en son gelişmelere, ürünlere ve hizmetlere doğrudan erişim sağladı. Demolar aracılığıyla en son mobil teknolojiler ve teknik detaylar hakkında bilgilerin yer aldığı etkinlikte Qualcomm’un Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Dr. Paul Jacobs hareket tabanlı teknolojide gelinen en son noktayı basın mensuplarına bizzat sergiledi.

        Qualcomm Türkiye Genel Müdürü Barış Ruacan etkinlikle ilgili şu açıklamayı yaptı: “Mobil ekosistemin büyüklüğünü ve potansiyelini sergileyen böylesine büyük bir etkinliğin İstanbul’da yapılması bizi hem çok mutlu etti hem de çok gururlandırdı. Türkiye 3G aboneliği ve akıllı cihaz kullanımı konusunda son dönemde çok ciddi bir atılım içinde. Qualcomm gibi global teknoloji şirketleri de bu nedenle ülkemize yoğun bir ilgi gösteriyor. Şirketin üst düzey yöneticilerinin, tüm dünyadan analistlerin, basın mensuplarının ve mobil ekosistemde yer alan şirketlerin katıldığı IQ etkinliğinin İstanbul’da yapılması da Türkiye’ye verilen önemin somut bir göstergesi niteliğinde.”

14 Eylül 2011 Çarşamba

YILDIZ ÇARPMASI


         Yıldızdan yayılan radyasyon fırtınası bir gezegeni yok etti.
 
          Dünya’dan 880 ışık yılı uzaklıktaki Corot-2b gezegeni, kendi yıldızında meydana gelen bir X-ray patlamasının ardından adeta “eridi”.
         Büyük bir bölümü yok olan gezegenin, Dünya’ya Güneş’ten gelen X-ray ışınlarının 100 bin kat fazlasına maruz kaldığı bildirildi.
        Gözlem, NASA’nın uzaydaki Chandra X-ray uydusu ve Avrupa Güney Yarımküre Astronomik Araştırmalar Organizasyonu (ESO)’ya ait olan Şili’deki VLT teleskopu ile gerçekleştirildi.
        Elde edilen verilere göre, Kartal takımyıldızındaki Corot-2 yıldızından ansızın yayılan yüksek enerjili radyasyon fırtınası, yörüngesinde dönmekte olan Corot-2b gezegeninden her saniye 5 milyon ton maddeyi buharlaştırdı. Dünya’dan yaklaşık bin kat daha büyük olan dev gezegen, kendi yıldızına, yerkürenin Güneş’e olan mesafesinden 10 kat daha fazla uzaklıkta bulunuyordu.
        Fransız Uzay Ajansı’na ait Corot uydusu tarafından 2008’de keşfedilen bu yıldız ve gezegen, 100 ila 300 milyon yıl yaşında olduğu tahmin edilen bir güneş sisteminin unsurları. Bilim insanları, böylesi yüksek bir enerjiye maruz kalan gezegenlerin kavrularak yok olacağını belirtiyor. Almanya’daki Hamburg Üniversitesi’nden Sebastian Schroeter, “Gezegen, kesinlikle kendi yıldızı tarafından kızartılıyor.
       Böylesi ağır bir X-ray fırtınası bizim güneşimizden yeryüzüne ulaşırsa nasıl bir etkisinin olacağına tam olarak emin değiliz. Ancak Corot-2b’nin başına gelenler, bizim fikir edinmemizi sağlıyor” dedi.

12 Eylül 2011 Pazartesi

ELASTİK TELEFON



            Bundan çok kısa bir zaman önce Samsung, katlanabilir elastik telefonların üretilmesinin mümkün olduğunu hazırladığı bir demo ile göstermişti. Demo için kullanılan cihaz teknolojik olarak çok başarılı olsa da, görsel olarak tüketicileri pek tatmin etmedi. Bunun üzerine bağımsız bir tasarımcı estetiğin bu teknolojiyle nasıl buluşabileceğini göstermek üzere bir konsept hazırladı. 

       Heyon You adlı tasarımcının hazırladığı ve Galaxy Skin adını verdiği bu konsept katlanabilir AMOLED ekrana sahip bir telefon. Çift ekrana sahip olan konseptin bir ekranını normal telefonlar gibi kullanabilirken, diğer ekran özellikle cihazı bileğinize sarmak istediğinizde kullanabileceğiniz daha ufak ama işlevsel bir ekran olarak tasarlanmış.
    Her ne kadar Google'ın Motorola Mobility'yi satın alması ile birlikte Samsung'un Android'le devam etme planları artık eskisi kadar kesin olmasa bile, You bu telefonun işletim sisteminin Android olmasını uygun görmüş. Umarız Samsung bu şahane tasarımı en kısa zamanda değerlendirir.

11 Eylül 2011 Pazar

22 MİLYON BEYGİR GÜCÜNDE MOTOR


          NASA, ABD'de ilk kez 22 milyon beygir gücünde bir motoru test etti.
Motor gelecekte uzay yolculuğunda kullanılacak


       NASA'nın gelecekte kullanabileceği bir roket, Utah çölünde denendi. İki dakikalık test hakkında konuşan Utah'ta faaliyet gösteren ATK Aerospace Systems şirketinin Başkan Yardımcısı Charlie Precourt, "47 metre uzunluğundaki hız kazandırıcı roketi gelecekte hem NASA hem de uzaya seyahat gerçekleştirecek özel şirketler kullanabilecek.  22 milyon beygir gücüne sahip olan roketin testinde, sensörlerin başarılı bir şekilde çalıştığını ve yeni bileşenlerin sıcaklığa dayanıklı olduğunu belirledik" dedi.


10 Eylül 2011 Cumartesi

DÜNYAMIZDA Kİ HAYATIN KAYNAĞI

        Antarktika’daki bir meteoritte bulunan nitrojen “Dünyamızda hayatın kaynağın uzay mı?” sorusunu tekrar gündeme taşıdı

        Bilim insanları kimyasal analiz sonucunda bir meteoritte gaz şeklinde amonyağa rastladılar. Amonyaktaki nitrojen (azot) ise hayatın temel yapıtaşı olarak bilinen proteinler ve DNA’da bulunuyor. Araştırmacılara göre dünyamızda hayat olması için gereken eksik malzemeler bu tip meteoritler aracılığıyla dünyaya gelmiş olabilir.

   Ulusal bilim Akademisi Araştırmaları dergisinde çıkan araştırma Arizona Üniversitesi ve Kaliforniya Üniversitesi, Santa Cruz’dan bilim insanları tarafından yürütülüyor.Grave Nunataks 95229 meteoridi adını 1995’te Antarktika’da keşfedildiği yerden alıyor. Araştırmacılar, bu meteoritten numune olarak aldıkları 4 gram tozu inceleyince bol miktarda amonyak ve hidrokarbona rastladılar.
       Araştırmayı yürüten Profesör Sandro Pizzarello’ya göre göktaşlarından koparak dünyamıza düşen meteoritler amonyak gibi maddelerce oldukça zengin. 
Ancak dünyada hayatın başlamasını sağlayacak derecede meteoritin, nerede, ne zaman ve ne miktarda düştüğü henüz bilinmiyor. 
           Şu aşamada sadece tahmin yürütebildiklerini belirten Pizzarello, bu dünya dışı maddelerin volkanlar ve gelgit havuzlarıyla etkileşiminin dünyada yaşamı tetiklemiş olabileceğini düşünüyor.
          1969’da Avustralya’ya düşen “Murchison” meteoridine de değinen Pizzarello, onun da hidrokarbonlarca zengin olduğunu ancak bu meteoridin hayatın başlangıcından çok sonuna ilişkin bulgular içerdiğini düşünüyor. 
Pizzarello ayrıca, Murchison’daki bileşenlerin moleküler yapılarının fazla karmaşık ve düzensiz olduğunu da ekliyor.

9 Eylül 2011 Cuma

ATILMIŞ GAZETELERDEN BİYOYAKIT ÜRETİLMESİ

              Bilim adamları, clostridium grubundan bir bakterinin gazete kağıdını biyoyakıta dönüştürebildiğini keşfetti.New Orleans'daki Tulane Üniversitesi bilim adamları,David Mullin başkanlığında yürüttükleri araştırmada, doğal TU-103 bakterisinin selülozu butanole çevirebildiğini gördü.Yapılan deneylerde, TU-103'ün 100 gram selülozden 12-23 gram arasında butanol ürettiği tespit edildi.Bu miktarı artırmanın yollarını araştıran bilim adamları, bakterinin sadece kağıttan değil, selüloz içeren her türlü maddeden biyoyakıt elde edebileceğini bildirdi.Dünyada en yaygın bulunan organik materyal olan bitkilerin içinde selüloz bulunduğunu hatırlatan bilim adamları, atık bitkilerden biyoyakıt elde edilebileceğini, özel olarak enerji bitkileri yetiştirmeye gerek kalmayacağını kaydetti.Biyoyakıt olarak genelde etanol kullanılıyor. Butanol ise araç motorlarında modifikasyon yapılmadan kullanılabildiği, daha yüksek enerji içerdiği ve mevcut boru hatlarıyla taşınabileceği için daha elverişli olarak değerlendiriliyor.

8 Eylül 2011 Perşembe

AĞAÇLAR YERÇEKİMİNE KARŞI NEDEN TERS YÖNDE BÜYÜRLER ?

           Bitki tohumları genelde toprak altında, karanlıkta çimleniyor. Bu aşamada bitki gelişiminin iki temel sorunu çözülüyor; gövde ışığa ulaşmak için yerçekiminin tersi yönünde, kökler yerçekimi doğrultusunda büyüyor. Bitki hormonlarının büyüme bölgesindeki yoğunluğu, büyüme yönünü belirliyor. Gövdenin ışığa, köklerin yerçekimine yönelmesi, bu hormonların bu hücreleri yönlendirmesiyle gerçekleşiyor.

7 Eylül 2011 Çarşamba

KISKANÇLIK ve HASET

          Kıskançlık ve haset birbirine karışan, ilişkili duygular. Kıskançlık hasetten kaynaklanır ama haset daha ham, daha öncül. Basitçe haset, " Bende olmasını istediğim bir özelliğin başkasında olmasını çekemem. " Kıskançlık, " Birinin beni değil de, bir başkasını tercih etmesi halinde hissettiklerim. " Her ikisinde de örtük olarak yetersizlik, güçsüzlük duyguları var. İnsan yavrusu doğuştan getirdiği  doğal güçsüzlüğüyle her yüzleştiğinde, ilk nesnesi olan annesine karşı haset duygusuyla dolar. Çünkü anne çok güçlüdür. Bebek güçlenmek için anneye ihtiyacı olduğunu bilir. Hem anneye muhtaçtır hem de anne kadar güçlü olmak ister. Bu ikilemi aşamayan bebeklerin özellikle özdeğer, özgüven, sevgi ilişkilerinde arızalı erişkinler   olduğunu biliyoruz. Az kıskançlık iyidir. Sevdiğimiz bizden vazgeçeceğini düşünüp kaygılanmak, ona verdiğimiz değeri gösterir. Ama içten içe yetersizlik kuyusunun dibinde boğulunca, sahip olduğumuzu düşündüğümüzün gözünde de değerimizin olmadığını hissederiz. İşte o zaman kıskançlık çekene de, kıskanılana da hayatı zindan eder.

6 Eylül 2011 Salı

ORTALAMA KAÇ SAAT UYUMALIYIZ ? (HOW MANY HOURS AVERAGE SLEEPİNG ?)

             Uyku süresi yaşla değişse de,  herkesin uyku süresi kendine hastır. Bunu değiştirmek pek mümkün değil. Bazıları günde 12, bazıları dört saat uykuya ihtiyaç duyar. Çoğu erişkinin ortalama uyku süresi 6-8 saattir. Yaşla birlikte hem uyku süresinde hem de mimarisinde değişiklikler olur. Yaşlandıkça toplam uyku süresinde, rüyayla ilişkili uyku evresinde düşüş başlar.
            Uyku tekdüze bir süreç değil. Uykuya dalma, yüzeysel uyku, derin uyku ve rüya ile ilişkili REM olmak üzere dört dönemi var. Yeni doğmuş bebek çoğunluğu REM dönemi olmak üzere günde 16 saat uyurken 30 yaşlarındaki annesi günde altı saat civarında uyur ve bu sürenin sadece dörtte birini REM' de geçirir.
             İnsanlar yaşlandıkça daha erken uyur daha erken kalkar. Gençlerde tam tersi; geç saatlere kadar ayakta kalırlar. 80' li yaşlarda bu değişiklik daha belirgindir. Gün içindeki uyuklamalarla  birlikte günlük toplam uyku sürresi 6-7 saat olabilir. Gün içinde sık sık uyuklasalar da bunların nadiren bir saati geçer.
                 Uyku süresinin hesabı basit: Uyanık geçen her iki saat için bir saat uyumak gerekir. Yaş ilerledikçe bu değişir; uyanık kalınan her iki saat için yaklaşık 45 dakikalık uyku yeterli olur. Başka bir deyişle, gün boyunca uyanık kalınan her saat için " uyku borcu " biriktiriliyor. 16 saatlik bir günün sonunda genç birinin "uyku bankasına " borcu sekiz saate ulaşırken yaşlı birinin uyku borcu sadece 6 saat.
                İşin bir de psikiyatrik yönü var. Sıkıntılı ve karamsar olanlar daha çok uyurken iyimserler uykuya daha az gereksinim duyuyor. Az ya da çok herkesin uykuya gereksinimi var. Uyumadan sağlıklı bir yaşam sürdürmek olanaklı değil. Çalışmalar uzun süre uykusuz kalanlarda önemli ruhsal ve bedensel sorunlar ortaya çıktığını gösteriyor.

5 Eylül 2011 Pazartesi

AURORA NE ZAMAN GÖRÜLÜR ?

        Aurora şekilleri, büyüklükleri ve gözlenme süreleri farklı olabiliyor. Bazen gökyüzünü boydan boya şeritler kaplıyor, bazen küçük spiraller halinde gözleniyorlar. En güçlü auroralar bile en fazla 10 dakika sürüyor.
         Işıkların renkleri yüklü parçacıkların enerji miktarlarına, atmosferde hangi atomla çarpıştıklarına ve çarpışmanın gerçekleştiğiyeregöre değişiyor.Oksijen atomları atmosferin üst katmanlarında kırmızıya, alt katmanlarında yeşile yakın renkler çıkarıyor. Mor renk de azot atomlarının marifeti.
      AURORA' YI GÖRMEK İÇİN EN İYİ ZAMAN


       +  Güneş' in en yoğun etkinlik dönemi yaklaştıkça ( 22 yıl da bir) Güneş lekelerinin sayısı artıyor ve taçküre kütle atımları sıklaşıyor. Kutup ışıkları en yoğun bu dönemlerde gözleniyor.
        +  Yüklü parçacıkları taşıyan Güneş rüzgarları, gündönümünü dönemlerinde hızlanıyor. Bu nedenle, gözlem şansının en yüksek olduğu zamanlar Mart ve Eylül civarı.
             
     +   Dünya' nın  manyetosferi gezegenimizin Güneş' e bakmayan yüzünde arkaya doğru uzanan bir kuyruk şeklini alıyor. Güneş rüzgarlarının en çok yakalandığı yer burası. Bu nedenle, ışıklar genellikle gece saatlerinde gözleniyor.
     +   Güneş, kendi etrafında bir tam dönüşü ortalama 27-28 günde tamamlıyor. Etkin bir güneş lekesinin yeniden Dünya yönüne denk gelmesi için bu kadar süre geçiyor. Yoğun bir aurora dönemini kaçırdıysanız, bir sonraki yoğun dönemi bu sürenin sonunda yakalayabilirsiniz; tabi leke hala etkinse.
  
    


4 Eylül 2011 Pazar

HAECKEL' İN HİLESİ


        Bilim tarihinin en meşhur sahtekarlarından biri, 19. yüzyılda Von Baer ile aynı dönemde embriyoloji üzerine çalışan başka bir biyolog, Ernst Haeckel' e ait. Embriyolar arasındaki benzerliğin her organizmanın evrim tarihini birebir tekrarlayarak gelişmesinden doğduğunu iddia eden Haeckel' e göre evrim doğrusal olarak ilerliyordu; bazı canlılar açıkça diğerlerinden daha üstündü.

          Çağdaşları bu kurama kuşkuyla yaklaştı ama Haeckel dogmatik tavrından vazgeçmedi. Zooloji, embriyoloji ve felsefe alanlarında çok önemli çalışmaları olmasına rağmen, bugün hala kara bir lekeyle anılmasına sebep olan bir hileye başvurdu. Haeckel, embriyoloji üzerine yayınladığı makalesindeki  çizimlerde embriyoların erken evrelerini tamamen uydurdu! Çizimlerin en üst sırasının Haecke' in hayal gücünün marifeti olduğu ilerleyen yıllarda embriyologlar tarafından anlaşıldı. Bu, bilimde ne ilk ne de son sahtekarlıktı elbette, ama bilimin dogmatik değil her zaman şüpheci olması gerektiğine meşhur bir kanıt olarak kaldı.


3 Eylül 2011 Cumartesi

TÜRKİYE' NİN İLK YERLİ UYDUSU FIRLATILMAYA HAZIR

    TÜBİTAK UZAY, tarafından Türkiye'de tasarlanıp üretilen ilk yer gözlem uydusu RASAT

        Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından sağlanan kaynakla, Tübitak Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü (TÜBİTAK UZAY) tarafından Türkiye'de tasarlanıp üretilen ilk yer gözlem uydusu RASAT, fırlatılmak üzere Rusya'ya gönderildi.TÜBİTAK yetkililerinden alınan bilgiye göre, RASAT projesiyle Türkiye'nin uydu teknolojilerindeki tasarım, üretim ve test yetenekleri gelişti. Türk mühendislerin ve TÜBİTAK UZAY Enstitüsü'nün kazandığı deneyim ve yetenekler, Türkiye'nin Uzay Teknolojileri alanındaki hedeflerine ulaşmayı sağlayacak yeni projelere de rehber ve öncü oldu. Bu bağlamda RASAT'ın temel hedeflerine başarıyla ulaşıldı.
                 Tasarım, üretim ve test aşamalarının tamamı Türk mühendis ve teknisyenleri tarafından TÜBİTAK UZAY tesislerinde gerçekleştirilen ilk yer gözlem uydusu olan RASAT, dün sabah Rusya Federasyonu'nda bulunan Yasny Fırlatma Üssü'ne doğru yola çıktı ve gümrük işlemleri için Rusya'nın Ulyanovsk şehrine ulaştı.
                Temmuz ayında gerçekleştirilmesi planlanan fırlatma kapsamında, RASAT' ın yanı sıra İngiltere, ABD, İtalya, Ukrayna, Nijerya'nın uyduları da uzaya taşınarak yörüngeye yerleştirilecek. Fırlatma, dünyanın en güçlü kıtalararası balistik füzelerinden biri olan SS-18'den uyarlanarak geliştirilen Dnepr fırlatma aracı ile gerçekleştirilecek. RASAT'ın dahil olacağı fırlatma, Dnepr fırlatma aracının uydu taşımak için yapacağı 17. ticari fırlatma olacak.
   TÜRKİYE'NİN DE UZAY TARİHÇESİ BAŞLIYOR
                RASAT, ülke olarak uydu tasarlama, üretme, test etme ve işletme yeteneklerini göstermek, Türk mühendis ve teknisyenleri tarafından tasarlanarak üretilen yerli uzay ekipmanlarını uzayda test etmek ve optik uydu görüntüleri elde etmek amacıyla geliştirildi.
           RASAT'ın hem işlevsel hem de yapısal olarak fırlatmaya hazır olduğu, TÜBİTAK UZAY ve fırlatma aracı üreticisi firmanın tesislerinde yapılan testlerde geçen yıl teyit edildi.
         Böylelikle, Türkiye'nin uydu teknolojilerindeki tasarım, üretim ve test yeteneklerinin geliştirilmesi ve bu süreçte Türk mühendisler ve özellikle TÜBİTAK UZAY Enstitüsü'nün deneyim ve yetenek kazanması hedefine başarıyla ulaşıldı.
               RASAT'ın yörüngeye yerleştirilmesi ve TÜBİTAK UZAY tarafından tasarlanıp geliştirilen uydu sistemlerinin uzayda başarıyla çalışması ile, sistemlerin uçuş tarihçesi kazanmaları ve bundan sonraki yerli uydu görevlerinde kullanılmaları hedefleniyor. Aynı zamanda, RASAT'tan elde edilecek uydu görüntülerinin, şehir bölge planlama, ormancılık, tarım, afet yönetimi ve benzeri amaçlarla da kullanılması planlanıyor.

ATLANTİS ŞEHRİ BULUNDU MU ? ( DOES THE CITY OF ATLANTIS FOUND ? )

          Yerbilimciler Atlantis adıyla efsaneleştirilen adanın volkanik etkilerle su yüzüne çıkmış bir kara parçası olduğunu iddia etti.

          Jeologlar, Kuzey Atlantik Okyanusu’nda deniz tabanının altında, yer hareketleri sırasında su yüzüne yükselip yeniden batan bir ada keşfetti. Bilimciler, uzun süre su yüzeyinin üstünde kalan bu kara parçası üstünde yerleşim yerleri oluşmuş olabileceğini, bunun da 'Atlantis' efsanesinin doğmasına yol açma ihtimalinin bulunduğunu düşünüyor.
56 milyon yıl öncesine uzanan coğrafi oluşumda nehir yatakları ve dağlar bulunduğu belirtiliyor. Nature Geoscience dergisinde yayımlanan araştırma ekibinin başındaki isim,  Cambridge Üniversitesi’nden Nicky White, “Deniz yatağının yaklaşık 2 kilometre altında antik bir kara parçası duruyormuş gibi görünüyor” dedi.
             Söz konusu kara parçası, İskoçya’nın açıklarında bulunan Orkney-Shetkand Adaları’nın batısında keşfedildi. Kapladığı alan yaklaşık 10 bin kilometre kare olan esrarengiz adanın İskoçya’yı oluşturan kara parçasına ait olabileceği, hatta Norveç’e kadar uzandığı düşünülüyor.
             Bilim insanlarının yaptığı keşif, okyanus tabanı ve derinliklerine inen ses dalgalarını kullanan sismik ölçümler sayesinde yapıldı. Araştırma ekibindeki Ross Hartley, sismik verilerle oluşturulan haritanın, efsanevi 'Atlantis' adasını anımsattığını belirtti.
            Araştırmacılar, kara parçasında sekiz büyük nehir ortaya çıkarırken, okyanus tabanının altından taş örnekleri topladı. Örneklerde çiçek poleni ve kömüre rastlanması, kara parçasında yaşama olanak veren bir coğrafi yapı olduğunu savundu.
            White, “deniz tabanının altında küçük fosiller gibi deniz yaşamına ait örnek bulduklarını, bunun da keşfedilen kara parçasının bir zamanlar su seviyesinin üzerinde olduğunu, sonradan denize dibine çöktüğünü gösterdiğini” belirtti.
            White, bu durumun önemli bir soruyu akıllara getirdiğini söyledi: “Kara parçasını suyun üzerine çıkaran, ardından 2.5 milyon yıl içinde tekrar okyanusun dibine gömen etki neydi?” Araştırmacılar, 2.5 milyon yılın jeolojik açıdan kısa bir süre olduğuna dikkat çekti.
   NASIL SU YÜZÜNE ÇIKTI ?        
           White ve ekibi, esrarengiz kara parçasının bir zamanlar su yüzüne çıkmasını sağlayan etkinin, okyanus tabanındaki yanardağ faaliyeti olduğunu düşünüyor. Dünyanın çekirdeğinden okyanusa hareket eden lav ve diğer materyalleri taşıyan oldukça sıcak akım, bazen daire veya mantar şeklini alarak okyanus tabanında yükseliyor.
           Araştırmacılar, bu tür bir akımın keşfedilen kara parçasını yaklaşık 30 milyon yıl öncesinde okyanusun yüzeyine taşıdığını düşünüyor.

2 Eylül 2011 Cuma

ORGANLAR YAŞLANIR MI ?

           Hücre yaşlanması, metobilizmanın çalışmasıyla oluşan ürünlerin ve atıkların birikmesine bağlı. Hücre hacmi arttıkça zar yüzeyi bunu kaldıramayacak düzeye geliyor, hacim/yüzey oranı kritik bir eşiği aşınca hücre bölünüyor. Bölünme,  bir bakıma hücrenin gençleşmesi. Ancak ökaryotik hücrelerde bölünme ve DNA kopyalama sırasında kromozom uçlarında bulunan " telomer " denen, kalıtsal olarak anlamsız gibi duran binlerce tekrar dizisi kromozomlardaki işlevsel genleri koruyor. Hücre bölünmelerinde oluşan kopmalar telomerlerde gerçekleşiyor ve kromozom işlevsiz parçaları yitirdiğinden bu kayıpların hücreye zararı olmuyor. Gerçi telomer dizilerinin de bir sonu var; tekrar birimlerinin miktarı hücrenin biyolojik yaşını ve bölünebilme kapasitesini belirliyor. Telomer ne kadar uzunsa, telomeraz adlı enzimle kendini ne kadar tamir edebiliyorsa hücre de o kadar bölünebiliyor. Kromozomlarda telomerlerin uzunluğu kritik eşiğe gelince hücre bölünmesi duruyor. İşte bu, hücrenin yaşlanma ve ölüm sürecine girdiğini gösteriyor. Kök hücreler ve üreme hücreleri bu süreçten pek etkilenmiyor ama diğer tüm organ ve dokulardaki hücreler belli bir gelişim sürecinden sonra yaşlanıyor, ölüyor.

NEDEN SAĞ ELİMİZLE TOKALAŞIRIZ ?

          Toplumun çoğunda sağ el baskınlığı olduğu için. Dünya nüfusunun yüzde 7-10' unda sol el baskın. Türkiye' de yapılmış geniş bir araştırmada Üner Tan, Türkiye' de sağlaklığın yüzde 66.1 , solaklığın yüzde 29.4 oranında görüldüğünü belirledi. Yine aynı araştırmaya göre, iki elini aynı oranda kullanabilenlerin oranı yüzde 5.5.
           Solaklık erkeklerde kadınlara göre daha sık görülür. El tercihi çoğunlukla 1-1.5 yaş aralığında belirginleşiyor. Sağ el baskınlığının toplumun çoğunluğunu oluşturmsı sağ ele, sağ ayağa özel anlamlar yüklenmesine, solaklara " tuhaf bir azınlık " gözüyle bakılmasına yol açmış. Dinsel, geleneksel ya da kitlesel inanışlar sağ ele özel önem atfediyor. Geçmişte solakların uğursuz olduğuna, kötülük getirdiğine bile inanılıyordu. Günümüzde bile, bu inanışların etkisinde kalarak solak çocuklarını sağ ellerini kullanmaya zorlayan aileler görüyoruz. Böylece solaklar, tokalaşmak için sağ ellerini uzatmaları gerektiğini öğreniyor.

TACIN GİZEMİ

           Güneş' in taç kısmının neden yüzeyden daha sıcak olduğu anlaşıldı. Güneş' in yeryüzünden taç kısmına fışkıran plazma, NASA' nın Güneş Dinamikleri Gözlemcisi ( Solar Dynamics Observatory ) ve Japon Hinode uydusundan toplanan verilerle yüksek çözünürlükle gözlendi. Buna göre plazma, Güneş' in iç kısmındaki enerjiyi sıcak tacı oluşturmak üzere dışarı taşıyor. Saniyedeki hızı 50-100 km arasında değişen püskürmelerle sıcaklık 20.000-100.000 santigrad dereceye ulaşıyor, nadiren de 1 milyon derecenin üzerine çıkıyor.

DÖRDÜNCÜ BOYUT NE DEMEK ? ( WHAT IS THE FOURTH DIMENSION ? )

    Dördüncü boyut özel bir görelilik kuramında zaman anlamına gelir. 1905' te Einstein' ın geliştirdiği özel görelilik kuramı Minkowski geometrisine dayanır ve üç boyutlu uzay koordinatlarına ek olarak zaman koordinatını da işin içine katar. O tarihten önce kullanılan görelilik kuramıysa üç boyutlu Öklid geometrisine dayanıyordu ve uzay ile zaman birbirinden bağımsızdı. Özel görelilikte uzay-zaman dört boyutludur. Zamanı diğer üç boyuttan ayıramayız, dolayısıyla eşzamanlılık yoktur.
    Uzayda herhagi bir nokta alalım; o noktanın x, y, z ve t (zaman) koordinatları ile başka bir noktanın koordinatları hiçbir zaman aynı olmaz. Dördüncü boyut olan zaman her uzay-zaman koordinatından farklıdır.

OKYANUSUN DİBİ ( THE BOTTOM OF THE OCEAN )

        Klasik bir soru: Yeryüzünün kaçta kaçı keşfedildi? Yüzde 95'i mi? Yoksa yüzde 99'u mu? Hiçbiri değil! En fazla yüzde 5'i, belki daha azı. Neden mi? Çünkü yeryüzünün yüzde 70'inden fazlası sular altında.

           NOAA( Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi ) raporuna göre yeryüzünü kaplayan okyanusların yüzde 95'i henüz bilimsel olarak araştırılmış değil. Öyle ya,  Ay'ın şimdiye dek altı kez ziyaret eden insanoğlu okyanusun en derin yerine, yani Pasifik' in batısındaki 11.000 m'lik Mariana Çukuru' na yalnızca bir ziyarette bulundu.
          Tıpkı uzay araştırmarında olduğu gibi okyanus araştırmalarında da uzaktan kumandalı robot ve sondaların kullanımı giderek yaygınlaşıyor. Bilimciler bugüne dek ortaya konan en iddialı projelerden birini kuzeydoğu Pasifik' te, yüzeyden 2,6 km derinde hayata geçirmeye hazırlanıyor.
          100 milyon sterlinlik Neptune Canada Projesi önümüzdeki 25 yıl boyunca Vancouver Adası açıklarında okyanus tabanındaki doğal şartları ve faaliyetleri gözlemlemeyi hedefliyor
       Bölgede sensör, sismometre ve kamera silsilesinden oluşan 800 km' lik kapsamlı bir veri ağı kurulmuş; bir de Wally adında bir sualtı robotu mevcut.
           Ağ sayesinde okyanus tabanındaki faaliyetlere ilişkin haftada bir 1 TB(terebayt) dolayında veri elde ediliyor. Bu, bilimciler için aşağıda olup bitenler hakkında çok değerli ipuçları demek. Şubat 2010' da Şili' yi vuran 8,8 büyüklüğündeki deprem sırasında Neptune Canada' nın 11.000 km uzaklıktaki sensörleri küçük çapta bir tsunami oluştuğunu saptamıştı.
         Bu tür hareketliliklerin böylesine uzak mesafelerden hissedilmesi bilimsel kazanımın ötesinde başka şeyler de ifade ediyor. Projeyi yürüten bilimciler okyanus tabanındaki çöküntülerde hapsolmuş dev boyutlarda  metan gazı rezervlerine rastladı. Bu gazlarının tetikleyici herhagi bir etkiyle açığa çıkması küresel ısınmayı iyice tırmandırabilir. Robot Wally' nin görevlerinden biri de, Vancouver açıklarındaki metan depolarının dış etkilere nasıl tepki vereceğini araştırmak.
         Victoria Üniversitesi' nden Dr. Mairi Best " Okyanus, gezegenimizin lokomotifi gibidir; hepimizi etkiler "diyor. " Bu projeyle, gemiyle yapılan herhangi bir keşif seferiyle asla saptanamayacak bulgulara eriştik. Buradan ayrılmaya niyetimiz yok."

KOZMİK ASİMETRİ ( COSMIC ASYMMETRY )

         Yaşamın, " sağ-elli " ve " sol-elli " adlandırılan iki kiral ( üst üste getirildiğinde çakışmayan ayna görüntüsüne sahip ) molekül formundan hangisini, neye göre seçtiğine dair iki kuram var. Biri yaşamın her iki formu barındıran bir karışımdan ortaya çıktığını, evrimsel süreçte birinin baskın hale geldiğini kabul ediyor. Diğeri genellikle tek bir kiral formu seçen yaşamın kozmik kökenli olduğunu öne sürüyor. Göktaşları üzerinde bulunan bazı amino asitlerin sol elli kiral formda olması, kozmik köken kuramına zemin oluşturuyor. Kozmik kuram, Fransa Astrofizik Enstitüsü' nden Louis d'Hendecourt yönetimindeki deneyle bir adım öne geçti. Araştırmacılar, yıldızlararası ve kuyrukluyıldızlara ait buzların benzerini laboratuvar ortamında üretti. Buzlar, dairesel kutuplu morötesi ışınlara maruz bırakılınca üzerlerinde organik bir tortu oluştu. Bu tortu belirgin kiral form özelliği taşıyan alanin amino asidi çıktı.

KILIF ÇÖZÜLDÜ ( CASE SOLVED )

         Virginia Üniversitesi ve Scripps Araştırma Enstitüsü bilimcileri HIV virüsünü saran protein kılıfın yapısını çözdü. HIV insan hücreleri üzerindeki almaçlara tutunarak kılıfını hücre içine yolluyor. Kılıfla gelen virüsün genetik malzemesi hücre mekanizmasını bozuyor, virüse özgü gen ve protein üretimi başlıyor. Yeni virüsler oluştukça genetik malzeme küresel yapılı, olgunlaşmamış yeni kılıflara yerleştiriliyor. Genç virüsler hücreyi terk ettikten sonra konik biçimli olgun virüslere dönüşüyor ve diğer hücrelere bulaşmaya devam ediyor. Olgun kılıfın oluşması engellenirse virüsün diğer hücrelere bulaşma riski ortadan kalkacak.

AY ÇEKİRDEĞİ ( MOON SEED )

          Ay' ın tıpkı Dünya gibi çekirdekli yapıda olduğu anlaşıldı. Ay' ın çekirdeği, yaklaşık 240 km çapında ve demir açısından zengin iç çekirdekle 330 km çapında sıvı demir içeren dış çekirdekten oluşuyor. Analiz, Apollo görevleri sırasında, 1969-1972' nin arasında yerleştirilen ve 1977' nin sonuna dek etkin olan dört sismometreden elde edilen verilerle gerçekleştirildi.

KÖK HÜCREDEN KAS ( MUSCLE STEM CELLS )

           Ankara Üniversitesi Kök Hücre Enstitüsü' nden Prof. Dr. Alp Can ve ekibi kök hücreden kas üretti. Göbek kordonundan aldıkları kök hücrelere gen aktararak eksik kas proteinini sentezleyen ekip, hastalığa dirençli yeni bir kas hücresi yapmayı başardı. Kas hastalıkları için tek çare kök hücreyle yeni kas üretilebilmesiydi. Ekibin açıklamasına göre, "Enstitüye bağlı laboratuvarın yapımı tamamlandığında, tedavinin hastalarda uygulama sürecine geçilecek."

KALP ÇARPTIRAN GEN ( GENE HEARTBEAT )

           Milano Üniversitesi'den Dario DiFrancesco ve ekibi, kalpteki sinoatrial düğüm dokusunda bulunan ve kalp atış hızını düzenleyen Hcn4 genini tanımladı. Hcn4 geni pasifleştirilen farelerle yürütülen deneylerde, kalbin dakikadaki vuruş sayısı ciddi oranda düşmüş. Bu düşüş sinoatrial düğüm dokusundaki hücre zarları üzerindeki kanal sayısının düşüşüyle doğru orantılı. Kanalların kalp atışındaki düzenleyici etkisinin anlaşılması, ritm bozuklukları tedavisine katkıda bulunabilir.

GRİP BULAŞTIRMAYAN TAVUKLAR ( SMUDGE DISEASE CHICKENS )

     Cambridge ve Edinburgh üniversitelerinden bilimciler, kuş gribi virüsünü diğer bireylere yaymayan tavuk üretti. Araştırma ekibinden Dr. Laurence Tiley'e göre, " Tavuklar yeni grip virüsü soylarının insana bulaşmasına önayak olan köprüler. Genetik mühendisliği ürünü bu hayvanlar, hastalık taşımayan tavuklar geliştirme yolunda ilk adım."
         
        Bu haberden de anlaşılıyor ki ileri günlerde bu grip bulaştırmayan tavuklarını üretimi arttıkça kuş gribi hastalığı ortadan kalkacaktır.

EN HIZLI FİLM ( FASTEST FILM )

        Helmholtz-Zentrum ve Berlin Teknik Üniversitesi bilimcileri,Berli'nin ünlü simgesi Brandenburg Kapısı'nın mikro modelini 50 femtosaniye hızla filme çekti.Nano boyuttaki yapıları gerçek zamanlı görüntülemeyi amaçlayan moleküler film denemelerinde ilk kez ikinci kere kaydediliyor.
        Önceki denemelerde femtosaniyelik tek kareler kaydedilmiş,dedektörde karelerin üst üste binerek kaybolması nedeniyle ikinci kere yakalanamamıştır.

1 Eylül 2011 Perşembe

MARS KEŞFEDİLİYOR

           Mars Orbiter’ın gönderdiği en son görüntüler, Mars’ta antik okyanuslar bulunduğunu güçlendirdi.       
              ABD Ulusal Havacılık ve uzay Dairesi’nin kızıl gezegen Mars’ı gözlemleyen Mars Orbiter uzay aracının çektiği görüntüler, bilim dünyasında yeni bir tartışma başlattı. Geçmişte, Mars’ın kutup bölgelerinde buz halinde su olduğu tespit edilmiş, göl ve okyanuslar bulunduğuna dair bulgular elde edilmişti. Mars Orbiter’ın gönderdiği en son görüntüler, Mars’ta antik okyanuslar bulunduğunu güçlendirdi.
        Wired dergisinde yer alan habere göre Mars’ın yüzeyindeki coğrafi oluşumları inceleyen bilim insanları, tespit ettikleri “gözyaşına benzeyen adaların”, Trinidad’daki deniz tabanlarında oluşan tümseklere çok büyük benzerlik gösterdiğini fark etti.
            Texas Üniversitesi’nden jeolog Lorena Moscardelli, “Bu bulgulara dayanarak, Mars’ın yüzeyindeki gözyaşına benzeyen adaların derin bir okyanusun içinde oluştuğunu söyleyebiliriz” dedi.
           Temmuz ayında Geology dergisinde yayımlanacak olan analize göre, Mars’ın 1980 ve 1990’larda hala okyanuslara sahip olabileceği belirtildi. O yıllarda Mars’ı gözlemleyen Viking Orbiter uzay aracı, kızıl gezegenin Chryse Planitia bölgesinde kıyı şeritleri ve nehir kanallarına benzerlik gösteren coğrafi oluşumlar tespit etmişti.
     RÜZGAR EROZYONU OLABİLİR
              Mars’ı 2001’de gözlemlemeye başlayan Mars Orbiter ise o tarihten bu yana Chryse Planitia’da sanılandan fazla su bulunmuş olabileceği görüşünü destekleyen bulgular elde etti. Moscardelli, bugün gözyaşı şeklindeki tümseklerin kuru arazide mi yoksa sualtında mı oluştuğu anlamaya çalıştıklarını belirtti.
            Bir diğer jeolog Lesli Wood, Trinidad açıklarında suyun 5,500 metre altında oluşan ve birkaç kilometre uzunluğundaki tümseklerin, Mars’taki tümseklerle olan benzerliğini inceledi. Doğalgaz ve petrol keşfi için çekilen bölgenin 3 boyutlu görüntüleri, kızıl gezegenler Dünya arasındaki coğrafi benzerlikleri de gözler önüne serdi.
             Mars’ın yüzeyindeki gözyaşı adacıkları 5-50 kilometre uzunluğunda ve 4 ile 400 km kare arasında bir alan kaplıyor. Bu özellikleri, sualtında değil ancak karada rüzgar erozyonuna uğramış oldukları ihtimalini güçlendiriyor.